Salim Kerimi: “Deçanlı Haçlılar” tarihin çarpıtılması ve tehlikeli bir ideoloji

Kuzey Makedonya 06.11.2025 - 12:02, Güncelleme: 01.12.2025 - 02:26 1675+ kez okundu.
 

Salim Kerimi: “Deçanlı Haçlılar” tarihin çarpıtılması ve tehlikeli bir ideoloji

Ramabaya’nın “Deçan Girişimi” söylemi, Arnavut kimliğini Hristiyanlığa indirgemeye çalışan, tarihsel temeli zayıf ve toplumsal uyumu tehdit eden bir ideoloji olarak eleştiriliyor. Gerçek çözüm, din tartışmaları değil, çoğulculuk ve Avrupa entegrasyonudur.
Birkaç gün önce, Kosovalı siyaset bilimci Sadri Ramabaya’nın, kısa süre önce Priştine’de düzenlenen ve “atalarının köklerine dönüş” sloganı altında ortaya çıkan anakronik ve gayri–ulusal bir hareketin – “Deçan  Girişimi”nin – destekçileri  önünde yaptığı konuşmanın metnini okuma fırsatım oldu. İlk bakışta bu, kültürel bir tartışma ya da Arnavut tarihini yeniden değerlendirme çabası gibi görünebilir. Oysa bu girişimin ardında tarihsel temeli olmayan, tehlikeli ve revizyonist bir ideoloji yatmaktadır. Bu ideoloji, şimdiye dek başka hiçbir yerde görülmemiş biçimde, Arnavut toplumunda yeni dinsel ve kültürel ayrılıklar yaratma riskini taşımaktadır. Söz konusu girişimin bazı saçma yönlerine geçmeden önce, “köklerine dönüş” ve “Batı değerleri” kavramlarının gerçek anlamı üzerine birkaç söz söylemek gerekir. Günümüz kamu söyleminde, özellikle Arnavut islamofobik çevrelerinde, “köklerine dönüş” adı altında garip eğilimler ortaya çıkmaktadır. Bu eğilimlerden biri, Sadri Ramabaya’nın da dâhil olduğu bazı “entelektüellerin” ileri sürdüğü “Arnavutların gerçek Avrupai kökenlerine dönüş arzusu” söylemidir. Bu yaklaşım, gerçekte “ataların dini” olduğu varsayılan Hristiyanlığa dönüş çağrısından başka bir şey değildir. Oysa kapsamlı bir analiz yaparsak, böyle bir anlayışın ne bilimsel, ne tutarlı, ne de kavramsal olarak anlamlı olduğunu görenebiliriz; tersine, Enverist bir zihniyetin uzantısı ve ulusal düzeyde son derece tehlikeli bir tutum olduğunu gösterir. Başka bir ifadeyle, “köklerine dönüş” fikrini samimi biçimde ele alırsak, Arnavut atalarının köklerinin Hristiyan değil, dinden önceki — pagan döneme ait olduğunu görmek gerekir. Dolayısıyla “Hristiyanlığa dönüş” iddiası, gerçekte bir kimlik dönüşü değil, yalnızca bir ideolojinin diğeriyle yer değiştirmesidir. Öte yandan, Avrupa kimliği üzerine yürütülen çağdaş tartışmalarda da sık sık “Avrupa değerleri”nin yalnızca Yahudi–Hristiyan geleneğinden ve Batı hümanizminden türediği ileri sürülür. Bu yorum, “Doğu” ile “Batı” arasındaki ideolojik ayrımı meşrulaştırmak için yaratılmış modern bir mittir ve sahte bir kültürel üstünlüğü haklı göstermek için kullanılır. Oysa adalet, özgürlük, insan onuru, dayanışma ve bilgiye saygı gibi bugün “Batı değerleri” diye anılan ilkeler, modern Avrupa’nın icadı değildir. Fernand Braudel ve Arnold Toynbee gibi tarihçiler, Avrupa uygarlığının Yunan, Roma, Bizans, İslam ve Yahudi etkilerinin uzun süreli etkileşiminden doğduğunu vurgular. Bu değerler tecrit (izolasyon) içinde değil, kültürler arası karşılaşmalar yoluyla şekillenmiştir. Bu sürecin temel unsurlarından biri İslam medeniyetidir. Bağdat, Kurtuba ve Toledo aracılığıyla Avrupa, İbn Sina (Avicenna) ve İbn Rüşd (Averroes) gibi düşünürlerin geliştirdiği Yunan felsefi mirasıyla tanışmıştır. George Makdisi’nin de belirttiği üzere, “Avrupa Rönesansı, birçok bakımdan Arap Rönesansının tekrarlanmasıdır.” Aynı şekilde Edward Said, Oryantalizm (1978) adlı eserinde, “Batı” ve “Doğu” ayrımının çoğu zaman uygarlıklar arasındaki gerçek karşılıklı bağımlılığı gizleyen ideolojik bir kurgu olduğunu söyler. Jürgen Habermas da Avrupa kimliğini “tarihsel bir iletişim süreci” olarak tanımlar; tek bir kaynaktan doğan sabit bir öz olarak değil. Dolayısıyla “Avrupa değerleri” bir kıtanın (Avrupa’nın) icadı değil, insanlığın ortak deneyiminin devamıdır. Doğu ile Batı’nın birikimlerini birleştiren evrensel bir mirastır. Kendi köklerinin bu evrenselliğini kabul eden bir Avrupa, adalet, özgürlük ve insan onuru gibi ideallerine gerçekten sadık kalabilir. Bu nedenle “Hristiyanlığa dönüş” ya da “Batı değerlerine dönüş” gibi kavramların kullanımı, Arnavutların kültürel sınırlarını yeniden tanımlamayı ve onları tarihsel gerçekliklerinden koparmayı amaçlayan ideolojik bir manipülasyondan ibarettir. Arnavut kültürü, İllir, Roma, Bizans, İslam ve modern uygarlık katmanları üzerine kuruludur; bu katmanları inkâr etmek, kendi kimliğini inkâr etmektir. Gerçek “köklerine dönüş”, mitlere veya dogmalara değil, tarihsel hakikate, aklın ve bilincin kültürüne dönüş olmalıdır. Ancak kimliğimizin karmaşıklığını kabul ederek özgür olabiliriz – ve işte o zaman, kelimenin gerçek anlamıyla Avrupalı (medeni) oluruz. S. Ramabaya ve “Deçan Girişimi”nin tezinin özünde, tarihsel olarak yanlış bir varsayım yatmaktadır: Müslüman Arnavutların “Batı kimliğinden kopmuş” olduğu ve “Hristiyanlığa dönüşün” bir “medeniyet eylemi” anlamına geldiği iddiası. Bu, Arnavut ulusunun oluşum sürecinin tarihsel gerçekliğini küçümseyen, Balkanlar’daki toplumsal ve kültürel süreçleri kaba biçimde çarpıtan bir görüştür. Arnavutların İslam dinini benimsemesi, “Batı kimliğinin yok edilmesi” değil, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki diğer birçok halkta olduğu gibi, belirli tarihsel, siyasal ve toplumsal koşullarda gelişen doğal bir süreçti. Bu çerçevede Müslüman Arnavutlar ulusal kimlik duygusunu kaybetmemiş, tersine onu Doğu ve Batı unsurlarını özgün biçimde kaynaştıran kültürel bir sentez içinde geliştirmiştir. İşte bu nedenle, Arnavutlar dinî farklılıklara rağmen ulusal birliğini koruyabilmiştir — bu, Sami Frashıri’den Pashko Vasa’ya kadar tüm Rönesans (Rilindya - Rilindja) aydınlarının da temel ilkesi olmuştur. Kosovalı Müslümanların çoğunlukla İslam’ı benimsemesi, Avrupa’dan “kopuşun” değil, Bizans’ın çöküşü ve Osmanlı dönemiyle şekillenen tarihsel bir sürecin sonucudur. Bugün Sadri Ramabaya ve arkadaşlarının ileri sürdüğü gibi “Müslüman Arnavutların Hristiyanlığa dönmesi” ne bilimsel olarak ciddiye alınabilir ne de siyaseten akılcıdır; tam tersine, toplumsal ve ulusal uyumu zedeleyen kışkırtıcı ve çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Çoğulcu ve demokratik bir toplumda din, kişisel bir tercihtir; siyasal platform haline getirilemez. “Batı medeniyeti” adına din değiştirmeyi teşvik eden bir hareket oluşturmak, laiklik, insan hakları ve Kosova Cumhuriyeti Anayasası’nın temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Üstelik bu anlayış, modern Arnavut kimliğinin en tanınmış değeri olan dinler arası hoşgörü geleneğine de aykırıdır. Ramabaya’nın tezindeki en büyük yanlışlardan biri, İslam’ı “gerici Doğululukla”, Hristiyanlığı ise “Avrupa medeniyetiyle” özdeşleştirmesidir. Bu, XIX. yüzyıl sömürgeci söyleminin kalıntısı olan eski bir dikotomidir. Arnavutların “yeniden Avrupa’ya dönmeleri” gerekmez, çünkü onlar zaten Avrupa’nın bir parçasıdır. Yüzyıllar boyunca Arnavut diplomatlar, düşünürler, askerler ve sanatçılar Avrupa uygarlığının aktif unsurları olmuştur. Müslüman Arnavutları bu çerçevenin dışına itmek, çoğunluğu oluşturan bir halkı kendi ülkesinde “öteki”leştirmek anlamına gelir. XIX. ve XX. yüzyıl tarihine bakıldığında, Müslüman Arnavutların devletin kuruluşunda, ulusal bağımsızlık mücadelesinde ve ülkenin savunmasında belirleyici rol oynadığı açıkça görülür. Ali Paşa Tepelena’dan İsmail Kemali’ye, Hasan Priştina’dan İsa Böletini’ye kadar Müslüman ve Hristiyan önderler ulusal özgürlük için birlikte mücadele etmişlerdir. Hiçbiri kimliği dini temelde değil, ortak köklere dayanan kültürel ve siyasal bir bütünlük olarak tanımlamıştır. Bugün bu mirası “Hristiyanlığa dönüş” ideolojisiyle yeniden şekillendirmeye kalkışmak, ulusal birlik geleneğini ve tarihsel fedakârlığı inkâr etmektir. Sonuç olarak, Ramabaya’nın ve “Deçan Girişimi”nin söylemi basit bir akademik tartışmadan öte, dinin siyaset ve kültür alanında araçsallaştırılmasına dair bir uyarı işareti niteliğindedir. Arnavut tarihi, ulusu “Hristiyan Avrupalılar” ve “Müslüman Doğulular” olarak ayırmayı amaçlayan ideolojik deneylerin laboratuvarı haline getirilmemelidir. Modern Avrupa artık bu ayrımların ötesine geçmiştir; Kosova da kimliğini çoğulcu, laik ve ulusal temeller üzerinde korumalıdır. S.Ramabaya’ya ve benzerlerine verilecek yanıt dini değil, tarihsel ve entelektüel olmalıdır. Arnavutların “geri dönüşe” değil, kendi çoğulculuklarını sürdürmeye ihtiyaçları vardır. Kosova’nın gerçek “kültürel devrimi”, din değiştirmek değil, eğitime, kültüre, etiğe ve yurttaşlık sorumluluğuna dönüş olmalıdır. Diyer bir deyişle, Kosova’nın siyasal ve entelektüel elitleri — Sadri Ramabaya Beyefendi ve arkadaşları da dâhil — boş ve zararlı tartışmalarla zaman kaybetmek yerine, enerjilerini Sırbistan Cumhuriyeti ile nihai anlaşmaya varmak ve böylece Kosova’nın BM’ye ve Avrupa - Atlantik kurumlarına en kısa sürede tam üyeliğini sağlamak için harcamalıdır. Bu, ülkenin gerçek misyonu olmalı; “ataların köklerine dönüş” değil, geleceğe yöneliş hedefi taşımalıdır.
Ramabaya’nın “Deçan Girişimi” söylemi, Arnavut kimliğini Hristiyanlığa indirgemeye çalışan, tarihsel temeli zayıf ve toplumsal uyumu tehdit eden bir ideoloji olarak eleştiriliyor. Gerçek çözüm, din tartışmaları değil, çoğulculuk ve Avrupa entegrasyonudur.

Birkaç gün önce, Kosovalı siyaset bilimci Sadri Ramabaya’nın, kısa süre önce Priştine’de düzenlenen ve “atalarının köklerine dönüş” sloganı altında ortaya çıkan anakronik ve gayri–ulusal bir hareketin – “Deçan  Girişimi”nin – destekçileri  önünde yaptığı konuşmanın metnini okuma fırsatım oldu.

İlk bakışta bu, kültürel bir tartışma ya da Arnavut tarihini yeniden değerlendirme çabası gibi görünebilir. Oysa bu girişimin ardında tarihsel temeli olmayan, tehlikeli ve revizyonist bir ideoloji yatmaktadır. Bu ideoloji, şimdiye dek başka hiçbir yerde görülmemiş biçimde, Arnavut toplumunda yeni dinsel ve kültürel ayrılıklar yaratma riskini taşımaktadır.

Söz konusu girişimin bazı saçma yönlerine geçmeden önce, “köklerine dönüş” ve “Batı değerleri” kavramlarının gerçek anlamı üzerine birkaç söz söylemek gerekir. Günümüz kamu söyleminde, özellikle Arnavut islamofobik çevrelerinde, “köklerine dönüş” adı altında garip eğilimler ortaya çıkmaktadır. Bu eğilimlerden biri, Sadri Ramabaya’nın da dâhil olduğu bazı “entelektüellerin” ileri sürdüğü “Arnavutların gerçek Avrupai kökenlerine dönüş arzusu” söylemidir. Bu yaklaşım, gerçekte “ataların dini” olduğu varsayılan Hristiyanlığa dönüş çağrısından başka bir şey değildir. Oysa kapsamlı bir analiz yaparsak, böyle bir anlayışın ne bilimsel, ne tutarlı, ne de kavramsal olarak anlamlı olduğunu görenebiliriz; tersine, Enverist bir zihniyetin uzantısı ve ulusal düzeyde son derece tehlikeli bir tutum olduğunu gösterir.

Başka bir ifadeyle, “köklerine dönüş” fikrini samimi biçimde ele alırsak, Arnavut atalarının köklerinin Hristiyan değil, dinden önceki — pagan döneme ait olduğunu görmek gerekir. Dolayısıyla “Hristiyanlığa dönüş” iddiası, gerçekte bir kimlik dönüşü değil, yalnızca bir ideolojinin diğeriyle yer değiştirmesidir.

Öte yandan, Avrupa kimliği üzerine yürütülen çağdaş tartışmalarda da sık sık “Avrupa değerleri”nin yalnızca Yahudi–Hristiyan geleneğinden ve Batı hümanizminden türediği ileri sürülür. Bu yorum, “Doğu” ile “Batı” arasındaki ideolojik ayrımı meşrulaştırmak için yaratılmış modern bir mittir ve sahte bir kültürel üstünlüğü haklı göstermek için kullanılır.

Oysa adalet, özgürlük, insan onuru, dayanışma ve bilgiye saygı gibi bugün “Batı değerleri” diye anılan ilkeler, modern Avrupa’nın icadı değildir. Fernand Braudel ve Arnold Toynbee gibi tarihçiler, Avrupa uygarlığının Yunan, Roma, Bizans, İslam ve Yahudi etkilerinin uzun süreli etkileşiminden doğduğunu vurgular. Bu değerler tecrit (izolasyon) içinde değil, kültürler arası karşılaşmalar yoluyla şekillenmiştir.

Bu sürecin temel unsurlarından biri İslam medeniyetidir. Bağdat, Kurtuba ve Toledo aracılığıyla Avrupa, İbn Sina (Avicenna) ve İbn Rüşd (Averroes) gibi düşünürlerin geliştirdiği Yunan felsefi mirasıyla tanışmıştır. George Makdisi’nin de belirttiği üzere, “Avrupa Rönesansı, birçok bakımdan Arap Rönesansının tekrarlanmasıdır.”

Aynı şekilde Edward Said, Oryantalizm (1978) adlı eserinde, “Batı” ve “Doğu” ayrımının çoğu zaman uygarlıklar arasındaki gerçek karşılıklı bağımlılığı gizleyen ideolojik bir kurgu olduğunu söyler. Jürgen Habermas da Avrupa kimliğini “tarihsel bir iletişim süreci” olarak tanımlar; tek bir kaynaktan doğan sabit bir öz olarak değil.

Dolayısıyla “Avrupa değerleri” bir kıtanın (Avrupa’nın) icadı değil, insanlığın ortak deneyiminin devamıdır. Doğu ile Batı’nın birikimlerini birleştiren evrensel bir mirastır. Kendi köklerinin bu evrenselliğini kabul eden bir Avrupa, adalet, özgürlük ve insan onuru gibi ideallerine gerçekten sadık kalabilir.

Bu nedenle “Hristiyanlığa dönüş” ya da “Batı değerlerine dönüş” gibi kavramların kullanımı, Arnavutların kültürel sınırlarını yeniden tanımlamayı ve onları tarihsel gerçekliklerinden koparmayı amaçlayan ideolojik bir manipülasyondan ibarettir. Arnavut kültürü, İllir, Roma, Bizans, İslam ve modern uygarlık katmanları üzerine kuruludur; bu katmanları inkâr etmek, kendi kimliğini inkâr etmektir. Gerçek “köklerine dönüş”, mitlere veya dogmalara değil, tarihsel hakikate, aklın ve bilincin kültürüne dönüş olmalıdır. Ancak kimliğimizin karmaşıklığını kabul ederek özgür olabiliriz – ve işte o zaman, kelimenin gerçek anlamıyla Avrupalı (medeni) oluruz.

S. Ramabaya ve “Deçan Girişimi”nin tezinin özünde, tarihsel olarak yanlış bir varsayım yatmaktadır: Müslüman Arnavutların “Batı kimliğinden kopmuş” olduğu ve “Hristiyanlığa dönüşün” bir “medeniyet eylemi” anlamına geldiği iddiası. Bu, Arnavut ulusunun oluşum sürecinin tarihsel gerçekliğini küçümseyen, Balkanlar’daki toplumsal ve kültürel süreçleri kaba biçimde çarpıtan bir görüştür.

Arnavutların İslam dinini benimsemesi, “Batı kimliğinin yok edilmesi” değil, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki diğer birçok halkta olduğu gibi, belirli tarihsel, siyasal ve toplumsal koşullarda gelişen doğal bir süreçti. Bu çerçevede Müslüman Arnavutlar ulusal kimlik duygusunu kaybetmemiş, tersine onu Doğu ve Batı unsurlarını özgün biçimde kaynaştıran kültürel bir sentez içinde geliştirmiştir. İşte bu nedenle, Arnavutlar dinî farklılıklara rağmen ulusal birliğini koruyabilmiştir — bu, Sami Frashıri’den Pashko Vasa’ya kadar tüm Rönesans (Rilindya - Rilindja) aydınlarının da temel ilkesi olmuştur.

Kosovalı Müslümanların çoğunlukla İslam’ı benimsemesi, Avrupa’dan “kopuşun” değil, Bizans’ın çöküşü ve Osmanlı dönemiyle şekillenen tarihsel bir sürecin sonucudur. Bugün Sadri Ramabaya ve arkadaşlarının ileri sürdüğü gibi “Müslüman Arnavutların Hristiyanlığa dönmesi” ne bilimsel olarak ciddiye alınabilir ne de siyaseten akılcıdır; tam tersine, toplumsal ve ulusal uyumu zedeleyen kışkırtıcı ve çok tehlikeli bir yaklaşımdır.

Çoğulcu ve demokratik bir toplumda din, kişisel bir tercihtir; siyasal platform haline getirilemez. “Batı medeniyeti” adına din değiştirmeyi teşvik eden bir hareket oluşturmak, laiklik, insan hakları ve Kosova Cumhuriyeti Anayasası’nın temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Üstelik bu anlayış, modern Arnavut kimliğinin en tanınmış değeri olan dinler arası hoşgörü geleneğine de aykırıdır.

Ramabaya’nın tezindeki en büyük yanlışlardan biri, İslam’ı “gerici Doğululukla”, Hristiyanlığı ise “Avrupa medeniyetiyle” özdeşleştirmesidir. Bu, XIX. yüzyıl sömürgeci söyleminin kalıntısı olan eski bir dikotomidir. Arnavutların “yeniden Avrupa’ya dönmeleri” gerekmez, çünkü onlar zaten Avrupa’nın bir parçasıdır. Yüzyıllar boyunca Arnavut diplomatlar, düşünürler, askerler ve sanatçılar Avrupa uygarlığının aktif unsurları olmuştur. Müslüman Arnavutları bu çerçevenin dışına itmek, çoğunluğu oluşturan bir halkı kendi ülkesinde “öteki”leştirmek anlamına gelir.

XIX. ve XX. yüzyıl tarihine bakıldığında, Müslüman Arnavutların devletin kuruluşunda, ulusal bağımsızlık mücadelesinde ve ülkenin savunmasında belirleyici rol oynadığı açıkça görülür. Ali Paşa Tepelena’dan İsmail Kemali’ye, Hasan Priştina’dan İsa Böletini’ye kadar Müslüman ve Hristiyan önderler ulusal özgürlük için birlikte mücadele etmişlerdir. Hiçbiri kimliği dini temelde değil, ortak köklere dayanan kültürel ve siyasal bir bütünlük olarak tanımlamıştır. Bugün bu mirası “Hristiyanlığa dönüş” ideolojisiyle yeniden şekillendirmeye kalkışmak, ulusal birlik geleneğini ve tarihsel fedakârlığı inkâr etmektir.

Sonuç olarak, Ramabaya’nın ve “Deçan Girişimi”nin söylemi basit bir akademik tartışmadan öte, dinin siyaset ve kültür alanında araçsallaştırılmasına dair bir uyarı işareti niteliğindedir. Arnavut tarihi, ulusu “Hristiyan Avrupalılar” ve “Müslüman Doğulular” olarak ayırmayı amaçlayan ideolojik deneylerin laboratuvarı haline getirilmemelidir. Modern Avrupa artık bu ayrımların ötesine geçmiştir; Kosova da kimliğini çoğulcu, laik ve ulusal temeller üzerinde korumalıdır.

S.Ramabaya’ya ve benzerlerine verilecek yanıt dini değil, tarihsel ve entelektüel olmalıdır. Arnavutların “geri dönüşe” değil, kendi çoğulculuklarını sürdürmeye ihtiyaçları vardır. Kosova’nın gerçek “kültürel devrimi”, din değiştirmek değil, eğitime, kültüre, etiğe ve yurttaşlık sorumluluğuna dönüş olmalıdır. Diyer bir deyişle, Kosova’nın siyasal ve entelektüel elitleri — Sadri Ramabaya Beyefendi ve arkadaşları da dâhil — boş ve zararlı tartışmalarla zaman kaybetmek yerine, enerjilerini Sırbistan Cumhuriyeti ile nihai anlaşmaya varmak ve böylece Kosova’nın BM’ye ve Avrupa - Atlantik kurumlarına en kısa sürede tam üyeliğini sağlamak için harcamalıdır. Bu, ülkenin gerçek misyonu olmalı; “ataların köklerine dönüş” değil, geleceğe yöneliş hedefi taşımalıdır.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve siteye yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.