İlhan Rahman: “Ajanslar güçsüz, bütçeler yetersiz — AB Raporu ciddi uyarı içeriyor”
İlhan Rahman: “Ajanslar güçsüz, bütçeler yetersiz — AB Raporu ciddi uyarı içeriyor”
Avrupa Komisyonu’nun 2025 yılı İlerleme Raporu, Kuzey Makedonya’nın Avrupa Birliği yolculuğunda kritik bir dönemeçte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Siyasal bilimler ve uluslararası siyaset uzmanı İlhan Rahman ile gerçekleştirdiğimiz bu kapsamlı söyleşide, raporun diplomatik dilinin ardındaki gerçekleri, azınlık haklarından yargı bağımsızlığına, kurumsal reformlardan siyasi kutuplaşmaya kadar birçok temel başlığı ele aldık.
Rahman, Avrupa Komisyonu’nun “asgari düzeyde ilerleme” ifadesini bir alarm sinyali olarak değerlendiriyor ve ülke kurumlarının bu uyarıyı ciddiyetle ele alması gerektiğini vurguluyor. Röportaj boyunca, özellikle Türk toplumu ve diğer azınlıklar açısından stratejik öneme sahip politikaların neden geri plana itildiği ve bu durumun günlük yaşama nasıl yansıdığı da detaylı biçimde ele alınıyor.
Avrupa Komisyonu üyeliğe aday ülkeler için 2025 yılı İlerleme Raporlarını geçtiğimiz günlerde yayınladı. Bu raporların ülkeler için anlam ve önemi nedir?
Avrupa Komisyonu İlerleme Raporları, Birliğe üyeliğe aday ülkeler açısından son derece ciddiyetle ele alınması gereken belgelerdir. Bu raporlarda, ülkelerin bir yıllık süre zarfında çeşitli alanlarda sergiledikleri performans, gerçekleştirdikleri reformlar, eksiklikler ve gelecek için tavsiyeler detaylı biçimde yer alır. Dolayısıyla raporlar, ülkenin AB yolundaki ilerlemesini objektif biçimde ortaya koyar.
Avrupa Komisyonu’nun Kuzey Makedonya için yayınladığı 2025 İlerleme Raporu'nda “asgari düzeyde ilerleme” ifadesi kullanılıyor. Bu pratikte ne anlama geliyor? Ülke kurumları için nasıl bir uyarı niteliği taşıyor?
Kuzey Makedonya’nın 2025 İlerleme Raporu’na baktığımızda, ülkenin oldukça olumsuz bir tabloyla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Benzer tonlarda raporları daha önce demokrasinin ve özgürlüklerin ciddi şekilde tehdit altında olduğu 2010–2015 yıllarında görmüştük. Raporda “asgari düzeyde ilerleme” ifadesinin kullanılması, gerekli alanlarda son derece sınırlı bir gelişme olduğunu göstermektedir. Diplomatik terminolojideki bu ifadenin halk dilindeki karşılığı “ilerleme yok denecek kadar azdır”.

Avrupa Komisyonu’nun bu notu, başta iktidar olmak üzere tüm ülke için ciddi bir uyarı niteliği taşımaktadır. Alarm seviyesindeki bu uyarıya hükümet kulak tıkamamalıdır. Zira popülist eylem ve söylemler, ülkenin AB yoluna daha fazla engel getirmektedir. Bir an önce hukukun üstünlüğü, yargı, kamu yönetimi reformu, kurumların işlevselliği ve azınlıkların korunması gibi konularda somut ve gerçekçi adımlar atılmalıdır.
Yargı bağımsızlığı ve yolsuzlukla mücadelede ilerleme kaydedilmediği belirtiliyor. Sizce bu alanlardaki en kritik eksiklikler neler?
Birkaç yıl öncesine gidersek, mevcut iktidar partilerinin muhalefet dönemlerinde yolsuzlukla mücadele ve yargı reformu konusunda yoğun eleştiriler yaptığını hatırlarız. Bu alanlarda büyük vaatlerle hükümete gelen bir iktidarın, Mecliste geniş çoğunluğa sahip olmasına rağmen elle tutulur hiçbir reform yapmamış olması izah edilebilir değildir.
Yargı sistemindeki yapısal kusurlar, ülkeyi yaşanmaz hale getirmektedir. Yargı çöktüğünde devletin diğer alanlarında da çöküş kaçınılmazdır. Kuzey Makedonya kapsamlı bir yargı düzenlemesine ihtiyaç duymaktadır. Hâkim ve savcıların sicilleri ve mal varlıkları mutlaka denetlenmelidir. Siyasi aktörler bu sorunu çözmeye gerçekten niyet ederlerse, ülkenin ihtiyaçlarına göre işleyen bir yargı modeli oluşturulabilir.
Yolsuzlukla mücadele de benzer şekilde sorunlu bir alandır. Devletin neredeyse her kademesine bulaşmış olan yolsuzluk, toplumsal çöküşe neden olmaktadır. Koçana’da yaşanan yangın felaketi, sistemin çökmüşlüğünü tüm ülkeye acı bir şekilde göstermiştir. Bu nedenle hem yargıda hem de yolsuzlukla mücadelede yapısal reformlar ve güçlü mekanizmalar şarttır.
Raporda “Ortak Toplum” Ulusal Stratejisi’nin sürdürülmemesi ve “Kültürlerarasılık ve Toplumsal Uyum” Stratejisi’nin onaylanmaması dikkat çekiyor. Bu eksiklikler azınlıkların günlük yaşamına nasıl yansıyor?
Kuzey Makedonya gibi çok etnikli ve çok kültürlü bir ülkede, geçmişten bu yana etnik anlaşmazlıklar ve zaman zaman çatışmaya varan gerginlikler yaşanmaktadır. Şahsen, “Ortak Toplum” konseptinin ülke tarihinde toplumsal uyum içim sunulmuş en hayati fikir olduğunu düşünüyorum. Toplumsal tabuları yıkan, çağdaş ve modern bir toplum inşa etmeyi amaçlayan daha etkili bir yaklaşım bugüne kadar ülkemizde görülmemiştir.
Geçen iktidar döneminde bu konuda Ulusal Strateji ve Eylem Planı hazırlanmış ve eksiklerine rağmen ilerleme kaydedilmiştir. Benzer şekilde, Kültürlerarasılık ve Toplumsal Uyum Stratejisi toplulukların eğitim, kültür, gençlik ve kadınların güçlendirilmesi gibi alanlarda önemli kazanımlar hedefliyordu. Ancak mevcut iktidar bu stratejileri geri plana itmiştir.

Her iki stratejiden en fazla yarar sağlayacak olan grup aslında azınlıklardı. Bu stratejiler, azınlıkların özellikle eğitim ve kültür alanında önemli kazanımlar elde etmesini sağlayacaktı. Kadınların ve gençlerin toplum ve iş hayatına entegrasyonu, dengeli bölgesel kalkınma gibi konular bile bu stratejiler sayesinde azınlıklara doğrudan fayda sunabilirdi. Kısacası, azınlıkların günlük hayatta karşılaştıkları sorunların önemli bir bölümünün bu stratejiler yoluyla çözülmesi hedefleniyordu. Normal vatandaş ya da Türk toplumu bu tip stratejilerin önemini her zaman fark etmeyebilir; bunun çeşitli sosyolojik veya siyasi nedenleri vardır. Ancak Avrupa Birliği bu konunun önemini çok iyi bilmektedir. Bu nedenle rapordaki uyarıların kesinlikle tesadüf olmadığını söylemek gerekir.
Toplulukların Haklarının Gerçekleştirilmesi Ajansı ile Dillerin Kullanımı Ajansı’nın kaynak yetersizliğine dikkat çekiliyor. Bu ne anlama geliyor? Bu kurumların güçlendirilmesi için ne yapılmalı?
Geçen iktidar döneminde “Siyasal Sistem ve Topluluklar Arası İlişkiler” Bakanlığı kurulmuştu; şimdi ise “Topluluklar Arası İlişkiler” Bakanlığı kuruldu. Ancak Toplulukların Haklarını Gerçekleştirme Ajansı (THGA), hem misyonu hem de yasal zemini açısından nüfusu az olan topluluklar için en kilit kurumdur. Ajansın yasal altyapısı Bakanlıktan çok daha güçlüdür; bu nedenle Bakanlık reforme edilmedikçe Ajansın rolü ön planda kalmaya devam edecektir.
Dillerin Kullanımı Ajansı ise topluluk dillerinin merkezi ve yerel düzeyde kullanımını izleyen ve bu alanda çalışma yürüten bir kurumdur.

Bugün Bakanlık ile THGA arasında bir “çift başlılık” olduğu açıktır. Yetersiz yasal düzenlemelere sahip Bakanlığın siyasi görünürlük çabası, azınlıklara fayda sağlamadığı gibi Ajansın çalışmalarına da gölge düşürmektedir. Üstelik Ajansın bütçesinin daraltılması kabul edilebilir değildir. Diğer yandan Ajansın kontrol, denetim ve caydırıcılık mekanizmalarının geliştirilmesine ihtiyaç vardır, kurumun mevcut yasasında bu konulara altyapı mevcuttur. Ayrıca statükocu bir memuriyet anlayışıyla bu önemli kurumun beklenen performansı göstermesi mümkün değildir. Ajansın hem kadrosunun yenilenmesi hem de yönetim anlayışının mikro etnik yaklaşımlardan uzaklaşıp çağdaş, kapsayıcı ve profesyonel bir perspektife kavuşması şarttır.
Her iki Ajansın bütçe ve personel eksiklikleri raporda açıkça belirtilmiş durumda. Mecliste görüşülen 2026 bütçesinde de bu kurumlara artış öngörülmemektedir. Dolayısıyla aynı eksikliklerin gelecek yılın İlerleme Raporunda da yer alacağı şimdiden bellidir.
Azınlık haklarının korunması ve geliştirilmesi AB sürecinde ülkenin en zayıf halkası olarak mı görülüyor? Özellikle Türkler açısından ne söyleyebilirsiniz?
Kuzey Makedonya, yasal olarak azınlık haklarının korunması ve uygulanması konusunda büyük eksikliklere sahip değildir. Geçen dönem çıkarılan “Topluluklar Yasası”, “Ayrımcılığın Önlenmesi Yasası” ve “Ortak Toplum Stratejileri” bu açıdan önemli adımlardı.
Nitekim AB üyelik sürecinin önemli bir aşaması olan tarama (screening) sürecinde, 23. Yargı ve Temel Haklar faslında azınlıklara yönelik uyarılar oldukça sınırlıydı. Birkaç küçük yasal düzenleme ile fasıl kapatılabilir. Asıl sorun, yasalara rağmen uygulamada yaşanan eksikliklerdir.

Kitap eksikliği, öğrencilerin ulaşım sorunu, kadro yetersizliği, ana dilin kullanımı, kültürün yaşatılması gibi konuların çoğu aslında bütçe meselesidir. Üstelik bahsedilen bütçeler astronomik değildir; Üsküp 2014 projesindeki tek bir heykelin maliyeti ile bu alanlarda ciddi ilerleme sağlanabilir. Siyasi irade istediğinde bu kaynaklar rahatlıkla bulunabilir.
Türk toplumu açısından baktığımızda, siyasi yöneticilerimizin populist söylemleri ve avam fikirleri yerine sürdürülebilir çözümlere odaklanmaları gerektiğini düşünüyorum. Kurulan siyasi koalisyonların amacı birkaç müdürlük koltuğu elde etmekten ibaret olmamalı; çok daha kapsamlı ve uzun vadeli kazanımları hedeflemelidir.
Raporda eksikliklerin temel nedeni olarak siyasi kutuplaşma ve kurumların zayıflığı gösteriliyor. Bu sorunların aşılması için çözüm ne olabilir? Siyasi uzlaşı mı, kurumsal reform mu yoksa dış baskılar mı daha etkili olur?
Ülkenin 30 yılı aşkın bağımsızlık tarihinde kritik adımların çoğunun uluslararası desteğin etkisiyle gerçekleştiğini görüyoruz. Ohri Çerçeve Anlaşması, Prespa Anlaşması ve NATO üyeliği bunun örnekleridir. Öyle ki bu tecrübeye dayanarak her atılacak büyük adımın uluslararası desteğe, belki de baskıya ihtiyaç duyacağı gerçeğini göz ardı edemeyiz.
Ülkede demokrasi kültürünün tam oturmamış olması, siyasetteki yozlaşma, yargıdaki sorunlar ve ekonomik dengesizlikler kutuplaşmayı ister istemez arttırmaktadır. Bu tür yapısal sorunların aşılması için siyasi uzlaşı şarttır. Sorunlara açık, şeffaf ve gerçekçi yaklaşmak ise çözümü kolaylaştıracaktır. Popülizm ve aşırı milliyetçi söylemler, Kuzey Makedonya gibi bir ülkeye faydadan çok zarar vermektedir. Vatandaşlar duygusal değil bilinçli hareket etmelidir. Bilinçli seçmen, bilinçli yönetimi getirir; bu da kalkınmanın değişmez formülüdür.
Hüsamettin Gina
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.