Kırsaldan küresele: Funda’nın ‘Başka Bir Hayat’ inancı

Traktör direksiyonundan Avrupa kürsülerine, şiirden optometriye uzanan bu yolculuk; bir genç kadının hem köklerine hem de hayallerine nasıl aynı anda sahip çıkabileceğinin en canlı örneği. Funda, köy yaşamının sade güzelliğini modern dünyanın imkânlarıyla harmanlıyor; gelenekten beslenip geleceğe umut ekiyor.

Yeniden Birlik haber sitesi ile paylaştığı hikâyesi, yalnızca bir başarı öyküsü değil — aynı zamanda bir duruş: “Başka bir hayat mümkün.”
Bu söyleşide, Funda’nın iç dünyasına, azminin kaynağına ve Konçe’den dünyaya uzanan o eşsiz yolculuğa tanıklık edeceğiz.

Konçe’den dünyaya uzanan yolculuğunda, seni ‘başka bir hayat mümkün’ demeye iten ilk an neydi?

Benim için “başka bir hayat mümkün” demek, aslında kendi dünyamı genişletmekle başladı. Konçe küçük bir köy olabilir, ama benim çocukluk gözlerimde o köy, evren kadar büyüktü. Dağların ardında başka hayatlar olduğunu hissettiğim ilk an, ilkokul yıllarıma dayanıyor. Okulumda hem Türkçe hem Makedonca dersler görürdük; öğretmenlerimiz bize farklı kültürlerin hikâyelerini anlatırdı. O hikâyelerde hep merak ettiğim bir şey vardı: “Benim hikâyem ne olacak?”

Bir gün öğretmenim bana “senin kelimelerin çok güçlü, yazmalısın” dediğinde içimde bir ışık yandı. O günden sonra yazmak, okumak ve öğrenmek benim için bir kaçış değil, bir yolculuk oldu. Ailem bana her zaman olabildiğince olanak sunmaya çalıştı ellerinden geleni fazlasıyla yaptılar, ama sevgileriyle, çalışkanlıklarıyla bana güçlü bir temel verdiler. Annemin elinden çıkan ekmeği, babamın tarladaki emeğini gördükçe, hayatta ne olursa olsun değerli olmanın yolu, dürüstlükten ve azimden geçiyor diye düşündüm.

O yüzden benim için “başka bir hayat mümkün” demek; köyden çıkıp dünyayı değiştirmek değil, köyümde öğrendiklerimle dünyaya farklı bir gözle bakabilmek demekti. Her sabah tarlada yükselen güneş bana şunu hatırlatır: Hayat nerede başlarsa başlasın, insanın içinde yeşerdiği sürece her yer bir başlangıçtır.

Traktörün direksiyonundan Avrupa kürsülerine uzanan yolculuğunda hem köyüne hem kimliğine sahip çıkıyor, şiirle gelenekleri yaşatırken göz doktoru olma hayalinle sınırları aşıyorsun … Bu kadar farklı alanı nasıl bir arada taşıyorsun?

Aslında bunların hepsi benim kimliğimin farklı renkleri. Traktör direksiyonuna geçtiğimde toprağın kokusunu, emeğin ağırlığını hissederim; sahneye çıktığımda ya da bir şiir okuduğumda, o emeğin duygusal yansımasını paylaşırım. Bilimle uğraştığımda ise hepsini anlamlı kılan derin bir düzenin varlığını fark ederim. Benim için bu alanlar birbirinden bağımsız değil — aynı ağacın farklı dalları.

Bir yanım köyde yetişmiş bir genç kadın; doğayı, hayvanları, sade yaşamı seviyor. Diğer yanım ise öğrenmeye, üretmeye, dünyayı tanımaya hevesli bir öğrenci. Şiir, bu iki yönümü buluşturan köprü oldu. Şiirde hem köydeki çocukluğumun saflığını hem de büyüdükçe kazandığım bilinci buluyorum.

Optimetriyi seçmemin sebebi de bu: Göz, bana göre hem bilimin hem ruhun aynası. Görmeyi öğrenmek, aslında anlamayı öğrenmektir.

Bazen insanlar bana “nasıl yetişiyorsun bu kadar şeye” diye soruyor. Cevabım basit: Ben hayatı bir bütün olarak seviyorum. Traktör sürerken, kitap okurken, mutfakta yemek yaparken ya da sahnede konuşma yaparken, hepsi aynı kalpten geliyor. Benim sırrım, yaptığım her şeyi sevgiyle yapmak.

Göz doktoru olma hayalin nasıl başladı? Bu hedefin köy yaşamıyla nasıl örtüşüyor? Konçe’nin ilk göz doktoru olursan, ilk yapmak istediğin şey ne olur?

Optometrist olma hayalim, insanların dünyayı daha net görebilmesine yardım etme isteğimden doğdu. Küçüklüğümde büyüklerim göz rahatsızlığı yaşadığında doktora gitmek hep bir sorun olurdu. En yakın klinik bile uzak, ulaşım masraflıydı. O zaman kendime söz verdim: “Bir gün ben bu köye doktor olarak döneceğim.”

Üniversitede optometri bölümüne başladığımda bu hedefim daha da güçlendi. Göz, bana göre sadece görme organı değil, aynı zamanda kalbe açılan bir pencere. Göz sağlığıyla ilgilenmek, insanın yaşam kalitesine dokunmak demek. Konçe’nin ilk göz optometristi olursam, ilk olarak köyümde bir sağlık kampanyası düzenlemek isterim — ücretsiz göz taraması, özellikle de çocuklara ve yaşlılara yönelik.

Ayrıca gençlere ilham vermek istiyorum. Onlara göstermek istiyorum ki büyük hayaller sadece şehirlerde değil, küçük köylerin kalbinde de filizlenebilir. Çünkü ben kendi köyümün toprağında büyüyen bir umudum. Eğer bir kişi bile “Funda başardıysa ben de yapabilirim” derse, işte o zaman gerçek anlamda başarılı olmuşumdur.

Kırsalda yaşayan bir genç kadın olarak karşılaştığın önyargılar nelerdi? Bunları nasıl aştın?

Kırsalda kadın olmak bazen sadece çalışmak değil, aynı zamanda kendini kanıtlamaktır. En sık duyduğum cümlelerden biri “senin yerin şehir değil, ev” oldu. Ama ben hiçbir zaman bu cümlelere inanmadım. Çünkü biliyordum ki bilgi, cinsiyet tanımaz; azim, köy ya da şehir fark etmez.

Okul yıllarımda bazen küçümsendim, bazen “fazla hayalperest” olduğum söylendi. Fakat ben her eleştiriyi sessiz bir güç kaynağına dönüştürdüm. Annem bana her zaman “kızım, sen çalış, emek boşa gitmez” derdi. Ben de onun sözünü rehber aldım.
 Zorlukları aşmanın yolu, sessizce üretmekti. Beni durdurmak isteyenlere cevabım hiçbir zaman sözle olmadı — başarılarımla oldu.

Köyde büyüyen bir genç kız olarak öğrendim ki en büyük güç, kendi hikayeni sahiplenmektir. İnsanlar bazen seni küçümser, bazen anlamaz; ama sen kendi yolundan emin yürürsen, bir gün o yollar seni alkışlarla karşılar. Ben bugün olduğum noktada, o önyargıları değil, o önyargılara rağmen yürüyen halimi kutluyorum.

Traktör kullanmak senin için ne ifade ediyor? Bir sembol mü, bir ihtiyaç mı?

Traktör, benim için çocukluğumun simgesi, emeğin sesi. Babamla birlikte tarlaya giderken o demir kokusu, motor sesi bana huzur verirdi. Direksiyona geçtiğimde kendimi özgür hissederdim; sanki o yollar beni hayallerime taşıyacakmış gibi.
 Bir yandan elbette bir ihtiyaç — köy yaşamında üretmek, toprağa dokunmak, emeği hissetmek için bir araç. Ama diğer yandan, bir sembol: Kadınların da istedikleri her alanda var olabileceğini gösteren güçlü bir sembol.

Bugün traktör direksiyonuna geçtiğimde sadece toprağı değil, kendi kaderimi de sürdüğümü hissediyorum. Bu benim için bir özgürlük metaforu. Şehirlerde kadınlar arabalarını sürüyor, ben de köyümde traktörümü — ikimizin farkı yok. Her direksiyon bir yön, her yön bir hayal. Benimki de hem toprağa hem gökyüzüne uzanan bir yol.

Gelenekle modernliği bir arada yaşamak senin için ne demek? Bu dengeyi nasıl kuruyorsun?

Gelenekle modernliği birleştirmek benim hayat felsefem. Çünkü birini seçip diğerini unutmak, kendinden bir parçayı kaybetmek olurdu. Annem bana yemek yapmayı, saygıyı ve paylaşmayı öğretti. Üniversite bana eleştirel düşünmeyi, araştırmayı ve sorgulamayı öğretti. Ben ikisini bir arada taşıyorum.

Evde geleneksel bir tatlı yaparken, aynı anda şiirlerimi dijital platformlarda paylaşıyorum. Sabahları Türk kahvesi içerken, akşam modern tıp üzerine makale okuyorum. Bu benim için çelişki değil, zenginlik.Gelenek bana kim olduğumu hatırlatıyor; modernlik bana kim olabileceğimi gösteriyor. Bu dengeyi korumak, köklerinle geleceği el ele yürütmek gibi bir şey. Ve ben bu yürüyüşü seviyorum.

Genç Avrupa Büyükelçisi olarak görev yaptın birkaç yıl önce. Bu unvan sana ne kazandırdı?

Genç Avrupa Büyükelçisi olarak seçilmem, hayatımın dönüm noktalarından biriydi. Bu unvan bana yalnızca bir statü değil, sorumluluk kazandırdı. Farklı ülkelerden gelen gençlerle tanıştım, fikir alışverişi yaptım ve kültürler arası köprüler kurdum. Her toplantıda, her proje sunumunda Konçe’den geldiğimi gururla söyledim.

Bu görev bana özgüven kazandırdı. Artık biliyorum ki köyden çıkan bir genç kız da uluslararası platformlarda söz sahibi olabilir. İngilizcemi, iletişim becerilerimi, liderlik yönümü geliştirdim. Ama en önemlisi, farklılıkların bir zenginlik olduğunu öğrendim.

O dönem boyunca, insanlara köy yaşamını, gelenekleri, üretkenliği ve doğayla barışık olmanın değerini anlattım. Şimdi dönüp baktığımda, bu unvanın bana kazandırdığı en büyük şey, kendi sesime inanmayı öğretmesi oldu.

Sence ‘köyde kalmak’ bir geri kalmışlık mı, yoksa bir direniş biçimi mi?

Kesinlikle bir direniş biçimi. Çünkü köyde kalmak, modern dünyanın dayattığı hızlı ve tüketici yaşama karşı sessiz bir duruştur. İnsanlar köyden şehre göçtükçe doğayla bağını kaybediyor; oysa köyde kalan, toprağa sadık kalıyor.

Benim için köyde yaşamak, geçmişle bağımı korumak anlamına geliyor. Bu bir geri kalmışlık değil; bilakis, köklerine sahip çıkma bilinci.
Bugün birçok insan şehirde doğayı özlüyor, ben ise onun içinde büyüdüm.

Köyde kalmak üretmek demektir, doğayı hissetmek, emeği kutsamak demektir. Bazen bir tutam toprak, bir üniversite kadar öğretici olabilir.
O yüzden ben köyümü terk etmedim, sadece köyümün hikayesini dünyaya taşıdım. Çünkü biliyorum ki, “ileri gitmek” her zaman “uzaklaşmak” anlamına gelmez.

Konçe’nin topraklarında büyüyen bir Türk kızı olarak, bu kökler sana hayatın hangi anlarında en çok güç verdi?

Köklerim bana her zorlukta güç verdi. Üniversitede yalnız hissettiğimde, bir sınavda başarısız olduğumda, ya da kendimi yetersiz hissettiğimde… hep Konçe’yi düşündüm. Annemin ellerini, babamın alın terini, tarlada sabahın ilk ışıklarıyla uyanan köylüleri. O manzarayı aklıma getirdiğimde “ben de onların parçasıyım” dedim ve gücümü yeniden buldum.

Türk kültüründen aldığım disiplin, saygı ve sabır değerleri her zaman yolumu aydınlattı. Şiir yazarken o kültürün duygusal derinliğini hissediyorum.

Bir kız çocuğu olarak küçük bir köyde doğmak bazen sınırlayıcı gibi görünür ama aslında seni köklerinden güç alan bir ağaç yapar. Benim köklerim o kadar derinde ki, hangi fırtına gelirse gelsin, beni deviremiyor.

Bugün nereye gidersem gideyim, içimde Konçe’nin kokusu, Türkçe duaların sıcaklığı ve köyümün sessiz gücü var. O güç, beni her defasında yeniden ayağa kaldırıyor.

Son dönemde fotoğrafla da ilgilendiğini ve bu alanda uluslararası bir dergide seçilen sanatçılar arasında yer aldığını biliyoruz. Bize bu süreci ve fotoğrafın senin hayatındaki yerini anlatır mısın?

Fotoğraf benim için sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda hayatı başka bir gözle görme biçimi. Şiirle kelimelere döktüğüm duyguları, fotoğrafla görüntülere dönüştürmeyi seviyorum. Köyümün topraklarında büyümek bana doğanın sade güzelliğini, ışığın bir yüz ifadesine nasıl anlam kattığını öğretti. Bu yüzden fotoğraflarımda genellikle doğallık, içtenlik ve hikâye arayışı var.

Bu yıl Arts to Hearts Magazine Issue 11’de Selected Artist olarak yer almak, benim için büyük bir gurur kaynağı oldu. Yüzlerce uluslararası başvuru arasından seçilmek, yaptığım işin bir karşılık bulduğunu görmek beni inanılmaz motive etti. Bu proje sayesinde hem sanatsal yönüm daha görünür oldu, hem de başka kadın sanatçılarla aynı platformda yer alma fırsatı buldum.

Fotoğraf bana dünyaya daha dikkatli bakmayı öğretti. Her karede bir hikâye, her yüz ifadesinde bir umut var. Tıpkı Konçe’deki o ilk ışık gibi — basit ama derin. Sanatın, hangi alanda olursa olsun, insana kendi iç sesini duyurma gücü olduğuna inanıyorum.

Funda Recep Aliço’nun hikâyesi, toprağın kokusuyla hayalin ışığını birleştiren bir umut çağrısı. Konçe’den yükselen bu ses, sadece bir köyün değil, inanan her gencin kalbinde yankılanıyor.

Hüsamettin Gina